Kaptan-ı Derya: Hayreddin Paşa
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın.” (Nisâ, 71)
Peygamber Efendimiz (sav) uykusundan gülümseyerek uyandığında Ümm-i Harâm dedi ki:
“-Yâ Rasûlallah! Seni ne güldürüyor,” diye sordum. Rasûlullah (sav):
“…Rü'yâmda bana ümmetimden bir kısım mücâhidlerin şu (gök) deniz ortasında -pâdişahların tahtlarına kuruldukları gibi- gemilere (kemâl-i ihtişamla) binerek Allah yolunda deniz harbine gittikleri gösterildi de ona gülüyorum…” (Buhârî, tabir 12, cihad 3, 7, 63, 75, isti'zan 41
Hayreddîn Paşa, devletten menfaatlenmek değil, ona hizmet etmek şuûrunda ve i’lâ-yı kelimetullâh heyecanı içinde idi. Sultanlara bağlılığı son derece kuvvetli ve hürmetkârdı. O, deniz kuvvetlerinde bir Osmanlı paşası olduktan sonra az bir kuvvetle Tunus’u fethetmişti. Bu sırada İspanya kralının çok büyük bir donanmayla üzerine geldiği haberini alınca ilk iş olarak yanındaki pâdişâh donanmasını İstanbul’a gönderdi ve kendine âid gemilerle harbe hazırlandı. Etrafındakiler:
“–Paşam! Bu bir intihardır!” dediklerinde onlara:
“–Kardaşlar! Ben kimseye: «Hayreddîn Paşa pâdişâh donanmasını yok etti.» dedirtmem!” cevabını verdi.
Ardından reis ve gâzîlerine:
“–Telaşlanacak bir şey yok; takdîr Hüdâ’nındır.” diyerek ustaca bir manevra ile düşmanların arasından sıyrıldı ve çok kısa bir zamanda toparlanıp düşmanı kıskaca aldı.
Bu durumu gören düşman, şaşkınlıkla:
“–Biz onu birkaç gün evvel Tunus’tan tek başına kaçarken gördük! Bu nasıl olur?” diyordu.
Hepsinin kulağında Barbaros hakkındaki:
“–O, gittiği yeri almadan geri dönmez!” sözleri çınlıyordu.
Nihâyet zafer müslümanların oldu. Perîşân bir şekilde kaçan düşmanların arasında Andrea Doria da vardı. Doria, başlarına gelen hâdisenin şoku içerisinde uzaktan Hayreddîn Paşa’ya gayr-i irâdî olarak seslendi ve:
“–Denizdeki mâlumat ve mahârette üstünüze kimse yok! Bu kudret ve bahâdırlık nereden?” diye sordu.
Hayreddîn Paşa da, gâyet vakur bir şekilde şu cevabı verdi:
“–Biliniz ki bu bizim Peygamberimiz’in bir mûcizesidir ve her kim onun dînine girip samîmiyetle bağlanırsa, bahâdır olur!..” (Osman Nûri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yay.)