phpKF - php Kolay Forum  
Ana Sayfa  |  Yardım  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
Forumunuz Hayırlı olsun yenilendi

Resim Ekleme

Bu Sayfadaki Bilgiler 04/05/2007 tarihli ve 5651 sayılı
Bu Sayfadaki Bilgiler 04/05/2007 tarihli ve 5651 sayılı "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun" Uyarınca Gerekli Durumlarda İletişim Sağlanabilmesi İçin Eklenmiştir. Lütfen Gerekli Durumlarda Kullanınız... İbrahim uzun Esatpaşa mah 3.demiryollu 1201.sk no:28 menemen/izmir/Türkiye email :Uzun_70@hotmail.com
Forum Ana Sayfası  »  Fıkıh
 »  ABDESTİN SÜNNETLERİ- 1

Yeni Başlık  Cevap Yaz
ABDESTİN SÜNNETLERİ- 1           (gösterim sayısı: 926)
Yazan Konu içeriği

boşluk

lovepowerman
[lovepowerman]
lovepowerman

Kullanıcı Resmi

Kayıt Tarihi: 13.09.2010
İleti Sayısı: 2.589
Şehir: İzmir
Durum: Forumda Değil

E-Posta Gönder
Web Adresi
Özel ileti Gönder

Konu Tarihi: 16.03.2011- 20:49
Alıntı yaparak cevapla  


ABDESTİN SÜNNETLERİ -1
M ET İ N:
Başlıktan anlaşılıyor ki abdestin ve guslün vâcipleri yoktur. Çünkü olsa evvelâ onları beyan ederdi.
Musannıf, sünnet kelimesini cemi' olarak kullanmıştır.
Çünkü her sünnetin ayrı bir delili, ayrı bir hükmü vardır.
Sünnetin hükmü: Fiilinden dolayı ecir ve sevap verilmek, terkinden dolayı muaheze olunmaktır. Fukaha çok defa sünneti hükümle tarif ederler. Çünkü onların maksadları hükümdür. Şumunnî sünneti: «Peygamber (S.a.v.) in kavli veya fiili ile sâbit olup vâcip ve müstehap olmayan şeydir» diye tarif etmiştir. Lakin bu tarif sünnetin mutlak tarifir.
Sünneti müekkede şart: Peygamber (s.a.v.) in bazen velev hükmen olsun terk etmekle beraber devam buyurmuş olmasıdır. Lâkin şartların hal» tariflerde zikredilmemektir. Şumunnî'nin bu tarifine «el-Bahr» nâm eserde mubahla itiraz edilmiştir. Şuna binaen ki, muhtar kavle göre eşyada asıl olan tevakkıftır. Ancak fukaha çok defa eşyada asıl ibâhadır, derler. Tarif de buna göre yapılmıştır.
İZAH
Malumun olsun ki, meşru hükümler dört kısımdır: Farz, vâcip, sünnet ve nafile. Fiili terkinden evlâ olup, terki men edilen bir şey, kat'î delil ile sübût bulmuşsa farz, zannî delil ile sâbit olmuşsa vâciptir.
Terki men edilmeyen bir fiil, Peygamber (s.a.v.) in veya ondan sonra gelen Hulefâ-i Raşidin'in devam buyurdukları bir şey ise sünnet, değilse mendûb ve nafiledir.
Sünnet, biri sünnet-i hüdâ, diğeri sünnet-i zevaid olmak üzere iki kısımdır.
Sünnet-i hüdânın terki isâet ve kerâhet icap eder. Cemaat, ezan, ikamet ve emsâli bunlardandır.
Sünnet-i zevaidin terki isâet ve kerahet icap etmez. Peygamber (s.a.v.) in giyiminde, oturmasında, kalkmasında takip buyurduğu hatt-ı harekettir.
Nafile ki, mendûp de ondandır. İstenirse sevâp, terkedilirse günâh olmayan şeye denir. Bazıları bunun sünen-i zevaidden daha aşağı olduğunu söylerler. Fakat buna şöyle bir itiraz varid olur: Nâfile, ibadetlerdendir. Sünnet-i zevaid ise âdetler kabilindendir. Bir kimse nâfile hac, ayakkabı giyerken, taranırken, sağdan başlamaktan daha aşağıdır, diyebilir mi?
Allâme İbn Kemâl bu meseleyi böyle tahkik etmiştir.
Ben derim ki: Nâfile ile sünen-i zevâid arasında hüküm itibariyle bir fark yoktur, çünkü bunlardan birini terketmek mekrûh değildir. Fark ancak nafilenin ibadetlerden, sünen-i zevaidin ise âdetlerden olmasındadır. Lâkin buna da şöyle itiraz edilmiştir: İbadetle âdet arasında fark ihlâs ve samimiyet ifade eden niyettir. Nitekim «Kâfî» ve diğer kitaplarda da böyle beyan edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) in bütün fiilleri yerinde beyan edildiği vecihle niyete şâmildir.
Ben derim ki: Ulema sünen-i zevâide Peygamber (s.a.v.) in kıraatı, rükû' ve secdeyi uzatması ile misal vermişlerdir. Şüphesiz ki bunlar ibadettir. Şu halde süneni zevaidin âdet olmasının mânâsı; Peygamber (s.a.v.) in ona çok devam etmesi ve âdet haline getirmesi, onu ancak bazı zamanlarda bırakmış olmasıdır. Çünkü sünnet, dinde tutulan yoldur. Sünnet haddizatında bir ibadettir. Buna âdet denilmesi arzettiğimiz sebepten dolayıdır.
Dinin şeâirinden ve mükemmilâtından olmadığı için onu sünnet-i zevâid denilmiştir. Sünnet-i hüdâ böyle değildir.
Ondan murad; vâcibe yakın sünnet-i müekkedelerdir ki terk edenler dalâlete nisbet edilir. Çünkü onu terketmek dinle alay sayılır.
Nâfilede böyle değildir. Çünkü ulemanın beyanına göre nafile bize farz. vâcip ve her iki nevi ile sünnet üzerine ziyade olarak meşru kılınan şeydir ki, bundan dolayı onu ulema dördüncü kısım saymışlardır. Mendûbu da, müstehâbı da ona katmışlardır.
Müstehap; «Tahrir» de beyan edildiğine göre kendine mahsus nedip delili bulunan şeydir.
Nafile; umumî veya hususî olarak mendûp delili bulunup Peygamber (s.a.v.) in devam buyurmadığı şeydir. Onun içindir ki sünnet-i zevaidden derece itibariyla aşağıdır. Bunu «Tenkih» sahibi beyan etmiştir. Bazen nafile tâbiri revatip denilen beş vaktin sünnetlerine de ıtlak edilir.
Ulemanın vitir ve nevâfil bâbı demeleri ve hacca nafile ismini vermeleri bu. kabildendir. Çünkü nâfile, ziyade demektir. Bundan murad farz üzerine yapılan ziyadedir. Halbuki o dinin umumî şeâirindendir. Şüphe-siz ki nafile abdest alırken elleri üç defa yıkamaktan, namaza girerken elleri kaldırmaktan efdaldir. Halbuki bu iki şey müekked sünnetlerdendir. Bu suretle söylediğimizin doğru olduğu anlaşılmış olur. Ve bununla İbn Kemâl'in yaptığı itiraz mündefi olur. Bu makamın tahkikini ganimet bilmelisin! Çünkü bu kitaptan başka hiçbir yerde bulamazsın. Allahu âlem...
Şârihin «Çünkü her sünnet delil ve hükümde müstakildir» sözünü İbn Kemâl şöyle izah ediyor: Delil olma hususu «Hidâye» ve diğer mufassal kitapları okuyanlarca malûmdur.
Hükmüne gelince: sünneti işleyip işlememenin sevap ve ikâbı onun her fiiline ayrı ayrı terettüp eder.
Bir tek yahut birkaç sünnetin bir arada olmasının farkı yoktur.
Farz böyle değildir. Çünkü abdestin farzı üç uzvu yıkamakla başa meshetmenin mecmuundan ibarettir. Yoksa bunların her biri müstakil bir farz olup da her birinin üzerine ayrı ayrı hüküm terettüp edecek değildir. İşte bu sebebden dolayı «Musannıf» farz hakkında müfred sigası kullanmıştır. Sünneti terkeden tekdir ve mûaheze olunur. Yoksa «Bahr» ve «Nehir» nâm eserlerin beyan ettiği gibi ikab görmez. Lâkin «Telvih»'de beyan edildiğine göre sünnet-i müekkedeyi terketmek harama yakındır. Şefaattan mahrum kalmayı gerektirir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Her kim benim sünnetimi terkederse şefaatime nail olmaz» buyurmuştur. «et-Tahrir» nâm eserde; «Sünneti terk eden dalâlete nisbet edilmeyi melamet ve zemmi hak eder» deniliyor.
Terk etmekten murad; özürü yok iken ısrar üzere işlememeye devam etmektir. Nitekim İbn Emîr Hâcc'ın «Tahrir» şerhinde de böyle denilmektedir. Bunu şu da te'yid eder: Az ileride abdestin sünnetleri bahsinde görüleceği vecihle bir kimse abdest uzuvlarını bir defa yıkamakla iktifa ederse bunu âdet ittihaz ettiği takdirde günahkâr olur. Âdet edinmezse günahkâr olmaz.
«el-Bahr» nâm eserde namazın sıfatı bahsinde şöyle deniliyor: Ehl-i mezhebin sözlerinden anlaşılıyor ki günah vacibin yahut sahih kavle göre sünnet-i müekkedenin terkedilmesine bağlıdır. Zira beş vaktin sünnetlerini terk eden kimse hakkında ulemadan bazıları günahkâr değillerdir, demişlerse de, sahih olan günahkâr olmasıdır. Bunu, «Fethü'l-Kadîr» sahibi beyan etmiştir. Bir de ulema, cemaati terkeden kimsenin günahkâr olduğunu sarahaten beyan etmişlerdir. Halbuki cemaat, sahih kavle göre sünneti müekkededir. Bunların emsalinde de hal böyledir. Şüphesiz günah kelimesi teşkikle yani şübhe verecek şekilde söylenmiştir.
Günahın bazısı bazısından daha şiddetlidir. Meselâ; sünnet-i müekkedeyi terkedenin günahı vacibi terkedenin günahından daha hatiftir.
Bunu Ebu'l-Yüsr'e nisbet edilen şu söz te'yit etmektedir:
Sünnetin hükmü onu tahsile teşvik etmek, terkinden dolayı da biraz günahkâr olmakla beraber zemle muaheze olunmaktır. Hükmen terketmek, bir kimsenin bir şeyi yapmadığını görüp de red ve muahezede bulunmamaktır. Çünkü bu da hakikaten terketmek mesabesindedir. Buna misal Peygamber (s.a.v.) in itikâfıdır. Kendisi Ramazan-ı şerifin yirmisinden sonra itikâfa girmiş ve buna devam buyurmuştur. Onun her sene devamı itikâfın vâcip olmasını iktiza ederdi. Lâkin itikâf etmeyenlere itirazda bulunmayınca onun bu hali hakikaten terk mesabesinde tutuldu.
Sünnet-i müekkedede devam şarttır. Velev hükmen olsun. Bu kayıdla teravih namazı sünnet-i müekkedeye dahil olur. Peygamber (s.a.v.) terâvihe çıkmadığının sebebini beyan etmiştir. Bu sebep bize farz olacağından endişe buyurmasıdır. Bunun ifade ettiği mânâ şudur ki, terk etmeksizin devam vücup İfade eder. «el-Bahr» nam eserde şöyle deniliyor: «Hidaye'-nin ifadesi buna muhaliftir.Çünkü Hidâye sahibi mazmaza ve istinşakın sünnet olduğuna istidlâl ederken. Peygamber (s.a.v.) bunları devam üzere yapmıştır, demiştir».
Acizlerinin anladığım şudur ki: Sünnet, Peygamber (s.a.v.) in devam buyurduğu fiildir. Lâkin bırakmadan devam ettiyse bu o fiilin sünneti müekkede olduğuna, bazen bırakarak devam ettiyse gayri müekkede olduğuna delildir. Devam etmekle beraber o fiili yapmayanları muaheze buyurduysa bu da o fiilin vâcip olduğuna delildir.
«en-Nehir» sahibi diyor ki: «Bu mesele o fiilin Peygamber (s.a.v.) e mahsus olmaması ile kayıdlanmalıdır. Kuşluk namazı gibi vücubu ona mahsus fiillerden olursa yapmayanı muaheze buyurmaması terketmek mesabesinde tutulamaz. Terkin dahi özürsüz olmakla kayıdlanması lâzımdır. Tâ ki özürden dolayı terkedilen bundan hariç kalsın. Çünkü özürden dolayı farz bir namazı terketmek terk sayılmaz».
Şumunni'nin tarifine yapılan itirazın hâsılı şudur: Senin tarifin efradını cami' ağyarını mâni' değildir. Çünkü eşyada asıl tevakkuf olunca ki, bunun mânâsı hükmün mubah mı haram mı olduğunu bilemeyerek çekimser kalmak demektir. Mubahın mubah olduğu da ancak Peygamber (s.a.v.) in kavli veya fiili ile bilinir. Binaenaleyh sünnetin tarifine mubah da girer. Meğer ki tarife mubah da olmayan kaydı ziyade edile.
Tahtavî: «Eşyada asıl, hazır yani haram olmaktır, denildiği takdirde dahi mubahla itiraz variddir» demiştir.
Ben derim ki: Kemâl İbn Hümâm'ın «et-Tahrir» de beyanına göre Hanefilerin cumhuru ile Şafiîlere göre muhtar olan eşyada asıl ibahadır. Bu hususta Tilmizi Allâme Kasım da ona tâbî olmuş, Hidâye dahi onun yolundan gitmiştir. «Tahrir»in şerhinde şöyle deniliyor: «Bu kavil Basra Mutezîleleri ile Şafiîlerden birçoklarının ve ekseri Hanefîlerin, bâhusus Iraklıların mezhebidir». Derler ki; İmam Muhammed: lâşe yemek veya şarap içmek için ölümle tehdit edilen ve bunları yapmıyarak öldürülen bir kimse hakkında korkarım günahkâr olur. diyerek buna işarette bulunmuştur. Çünkü lâşe yemek, şarap içmek ancak nehy edildikleri için haram olmuşlardır. Binaenaleyh eşyada asıl mubahlıktır. Haram olmak» yasak edilmek suretiyle ârızidir. Bu izahattan anlaşılır ki; tarifin küffârın istilâsı babındaki ibâha Mûtezile'nin rey'idir, ifadesi söz götürür. Kitabımızın tarifi eşyada asıl ibâhadır, kaidesi üzerine yapılmıştır.
Ben derim ki: Bu cevap Şarî' Hazretlerinin sükut ettiği hususla faydalıdır. Ve eşya aslî ibâhaları üzere kalır. Fakat mubahtır diye beyan buyurduğu yahut işlediği hususta faydası yoktur. «Tahrir» de mubah kelimesinin hem mutlak olarak aslî ibaha hakkında hem de şer'î ibâhanın teallûk ettiği şeyler hakkında kullanıldığı bildirilmiştir.
En iyisi şöyle cevap vermektir: Tarifdeki sabit olan kaydından murad; istenildiğinin sübût bulmasıdır. Yoksa meşru olduğunun sübutu değildir. Mubah bir fiil matlup değildir. O yapılıp yapılmamakta muhayyer bırakılmıştır.
M E T İ N
Abdestin sünnetlerinden birincisi, niyetle başlamaktır. Maksat taharetsiz sahih olmayan abdest almak, hadesi gidermek, yahut emre imtisal etmek gibi bir ibadete niyet etmektir. Ulemanın beyânına göre niyetsiz abdest, ibadet değildir. Niyeti terkeden kimse biraz günahkâr olur.
Emredilen abdestte, keza eşek artığı ve hurma şırası ile alınan abdeste niyet farzdır. Nitekim teyemmümde de niyet farzdır. Niyetin vakti, Vüzün yıkandığı zamandır.
«el-Eşbah»da: Niyet elleri bileklere kadar yıkarken yapılmalıdır. Tâ ki abdest alan kimse sünnetlerin sevabına nail olsun» deniliyor.
Ben derim ki: Lâkin Kuhistânî'de niyetin yeri diğer sünnetlerden önce yapılmasıdır, denilmiştir.
«et-Tuhfe»de de öyledir. Binaenaleyh bize göre niyetin yeri Şafii'ye göre niyetin farz olduğu yer değildir. Ona göre niyetin farz olduğu yer, yüzü yıkamazdan az öncedir.
Niyet hakkında meşhur yedi sual vardır. Bunları Irakî manzum olarak ifade etmiş ve şöyle demiştir: «İdrak sahiplerine niyet hakkında yedi sual vardır. Sen bunları her âlime hikâye et!
Niyetin hakikati, hükmü, mahalli, zamanı, şartı, keyfiyeti ve niyetten maksad nedir?»
İ Z A H
Niyet; bir şeyi yapmaya, kalbin azim ve irâde etmesidir. Istılahen; Allah Teâlâ'nın vacib kıldığı fiili hakkında ona tâat ve yakınlık kasdetmektir. Bunda yasaklar da dahildir. Çünkü yasakla teklif edilen şey de fiildir. Bu fiil nefsin önlenmesidir. Azim, kast ve niyet hâdis olan iradenin isimleridir. Lâkin azim fiilden önce olur, kast fiille beraberdir. Niyet de fiil ile beraberdir. Bunda kastedilen şeyi bilmek de vardır. Tamamı «el-Bahr» nâm kitaptadır.
Şârih ibadet niyeti diyeceğine tâat niyeti dese daha iyi olurdu. Çünkü mushafı ele almaya da şâmil olurdu. Şeyhülislâm Zekeriya'nın beyanına göre tâat, sevap olan bir şeyi yapmaktır. O şey niyete tevakkuf etsin etmesin, yapan kimse niçin yaptığını bilsin bilmesin farketmez. Kurbet, sevap olan bir şeyi bilerek yapmaktır. Velev ki niyete tevakkuf etmesin. İbadet ise işlenmesi sevap ve niyete mütevakkıf olan şeydir. Beş vakit namaz, oruç, zekât, hac gibi niyete tevakkuf eden her fiil hem kurbet, hem taat, hem ibâdettir. Kur'an okumak, vakıf yapmak, köle âzâd etmek, sadaka vermek gibi niyete bağlı olmayan fiiller, sadece kurbet ve tâattır, ibâdet değildir.
Allah Teâlâ'yı bilmeye müeddi olan tefekkür yalnız tâattır, kurbet ve ibâdet değildir. Tefekkürün kurbet olamaması, henüz Allah Teâlâ'yı bilmediği içindir. Çünkü bilgi ancak tefekkürden sonra hâsıl olacaktır. Tefekkür niyete bağlı olmadığı için ibadet de sayılmamıştır.
Şârih taharetsiz sahih olmayan diyeceğine; taharetsiz helâl olmayan dese daha iyi olurdu. Nitekim «Fethü'l-Kadir»de böyle denilmiştir. Böyle denilirse Mushaf'ı ele almak ve tavâf gibi şeylere de şâmil olur. Bunu Halebî beyan etmiş, sonra şunları söylemiştir: Bir kimse Mushaf'ı ele almayı kasdetse, bununla sünneti icra etmiş olmaz. Nitekim Mushaf'ı ele almak için teyemmüm etse o teyemmümle namaz kılması caiz olmaz. Çünkü abdeste mesnun olan niyet teyemmümde şart kılınan niyettir. Bu sözün izahı şudur: bize göre niyetsiz alınan abdestle de namaz sahihdir. Abdestte niyet ancak ibadet olması için sünnettir. Zira niyetsiz abdestde emredilen ibadet adı verilemez. Velev ki onunla namaz sahih olsun. Nitekim az sonra görülecektir. Teyemmüm böyle değildir. Çünkü onunla namaz sahih olabilmek için niyet şarttır. Şu halde abdestte niyet, ibadet olması için şarttır. Teyemmümde ise namaz sahih olmak için şarttır. Mushaf'a el sürmek niyeti ile yapılan teyemmümle namaz sahih olmayınca anlaşılıyor ki aynı niyet ile alınan abdest dahi ibadet değildir.
Lâkin şöyle denilebilir: mezkûr teyemmümle namazın sahih olmamasından bu abdestin de ibadet olmaması lâzım gelmez. Çünkü namazın sahih olması meselesi daha kuvvetlidir. Halbuki teyemmümün temizleyiciliği zarurete mebnidir. Binaenaleyh onun şartlarında ihtiyata riayet gerekir. Bundan dolayı ulema teyemmümde maksût bir ibadet niyetini şart koşmuşlardır. Onların buradaki sözlerinden anlaşılan şudur: abdest için sünnet olan niyette ibadetin maksût olması şart değildir. Şu halde Mushaf'a el sürmek gibi şeyler onda dahildir. Allahu âlem...
Şarihin verdiği abdest misali, söz götürür. Çünkü abdest ve hadesin giderilmesi ibadet değillerdir. Bize göre bunlar niyete bağlı olmayıp sadece birer kurbet ve tâattır. Şu da var ki Halebi'nin ifade ettiği gibi bunlar taharetsiz helâl olmayan şeylerden de değildir. Zira abdest taharetin ve hades gidermenin aynıdır. Abdest emrine imtisal de böyledir. Onlar taharetin lâzımlarıdır. İmdi şarihin abdest gibi demesi ibadete misal değil. niyet edilen şeyin benzerine misaldir. Şüphesiz en doğru hareket ibaredeki abdest kelimesini, yahut edatıyla ibadet üzerine atfederek, taharetsiz helâl olmayan ibadet yahut abdest gibi demektir. Şarih in abdest niyetiyle tabirini «Fethü'l-Kadîr» sahibi kat'iyetle kabul etmiş, «el-Bahr» ve «en-Nehir» sahipleri de onu te'yid etmişlerdir.
«en-Nehir»de ulemanın sözlerinden anlaşılan manâya göre sünneti yerine getirmiş olmak için taharet niyeti kâfi değildir. Bu, her halde hadesin giderilmesi, necasetin temizlenmesi gibi nevilere ayrıldığı ve hassaten taharet sugrayı niyet etmediği için olacaktır. Hal böyle olunca sade abdeste niyet etmek kâfidir. Zira abdest ile hadesin giderilmesi aynı şeydir. Hatta abdest hadesin giderilmesinden daha hususi mânâ taşır. Çünkü hadesin giderilmesi gusle de şâmildir. Binaenaleyh abdest evlâdır. Hadesi gidermek de biri abdest, diğeri gusül olmak üzere ikiye ayrılır. Onun bu tenevvüü taharet gibi olmasını gerektirir, denilirse şu cevabı veririz: Onun iki nev'e ayrılması zarar etmez. Çünkü guslün içinde abdest de vardır. Binaenaleyh gusle niyet eden kimse maksadının hilâfına niyet etmiş sayılmaz. Taharetin nevileri böyle değildir. Kuduri abdest alırken taharete niyet etmenin kâfi geleceğine kail olmuş, «Sîrâc» sahibi de ona muvafakat etmişse de. Zeylai'nin sözüne bakılırsa bu, mezhebin kabul etmediği bir kavildir. Kudurî'yi daha başka te'yid edenler de vardır. Lâkin taharet meselesinde su ile toprak arasında fark vardır. Toprak ile taharetin nevileri yoktur. Su ile taharetin ise nevileri vardır. Teyemmüm ile abdest orasında fark şu olabilir:
Her abdestle namaz sahih olur. Fakat her teyemmümle namaz sahih değildir. Meselâ Mushaf'ı ele olmak için yapılan teyemmümle namaz kılınamaz. Bundan dolayıdır ki teyemmümde mutlak olarak teyemmüme niyet etmek sahih değildir. Burada bir mesele kalır. Bir kimse abdestini tazeleyeceği vakit hadesin giderilmesini veya namazın mubah olmasını niyet etmese, bu abdest ibadet olur mu? Buna şöyle cevab vermek mümkündür:
«Abdest tazelemeyi niyet eder, bu da menduptur». Abdestli ibadet olur.
Ben derim ki: tazelemek taharetsiz helâl olmayan bir ibadet değildir. En iyisi, abdestte niyet eder demektir. Çünkü abdestte niyet etmek kâfidir. Yahut emre imtisali niyet eder. Zirâ mendup memurunbihdir yani emredilmiştir. Yalnız hakikaten mi, mecazen mi emredildiği usul-i fıkıh uleması orasında ihtilâflıdır. Niyetsiz abdest ibâdet değildir. Meselâ bir kimse itilerek suya düşse, yahut serinlemek veya kiri, pası gidermek için kasten suya girse bu bir ibadet değildir. Nitekim «Fethü'l-Kadir»de de beyan edilmiştir. «en-Nehir»de şöyle deniliyor: Ulemamızla Şafiî arasında memurunbih, yani emredilmiş olan abdestin niyetsiz sahih olmayacağında nizâ' yoktur. Nizâ'ları namazın "sadece memurunbih olan abdeste mütevakkıf olup olmayacağı hususundadır. Ebu'l-Hasan-ı Kerhî de buna işaret etmiştir. Debbûsî «Esrâr»ında şunu söylemektedir:
«Ulemamızdan birçokları zannederler ki, memurunbih olan abdest niyetsiz de câizdir. Halbuki bu hatadır. Çünkü memurunbih olan abdest ibadettir. Niyetsiz abdest ibadet olamaz».
Şeyhülislam'ın «Mebsut»unda da şöyle deniliyor: Memurunbih olan abdestin niyetsiz ibadet olamayacağında söz yoktur. Lâkin namazın sahih olması bu abdeste mütevakkıf değildir. Zira memurunbih olan abdest, maksut değildir. Maksut olan taharettir. Bu da memurunbihle olsun, başkasıyla olsun hâsıl olmaktadır. Çünkü su, tabiatı icabı temizleyicidir.
Şarihin «Emredilen abdeste niyet farz değildir» sözü hatadır. Doğrusu abdest, ibadet olmak için niyet şarttır. o namazın anahtarı değildir şeklinde olacaktır. Çünkü abdestte niyeti terk eden kimse bir farzı terk eden gibi muaheze ve muakabe olunmaz.
Lâzımın bulunmaması melzumun da bulunmamasını gerektirir. Şart ancak bir ibadetin sıhhat şartlarından olduğu zaman farz olur. Bu öyle değildir. Niyet yalnız abdestin ibadet olması için şarttır. Bu sözümüzü şu da teyid eder ki; abdest âyetinde niyetin şart olduğuna delalet yoktur. Nitekim Allâme İbn Kemâl bunu «Hidâye» şerhinde tahkik etmiştir.
«el-Bahr» nâm eserde şöyle deniliyor: Abdestin namaza anahtar olması hususunda niyet şart değildir. Niyet; esah kavle göre ancak abdestin sevaba sebep olması hususunda şarttır. Niyetsiz abdestle de sevap verilir, diyenler vardır. Eşek artığı ile abdest hakkında «Fethü'l-Kadir» de şu beyanat vardır: Ulema, eşek artığı ile abdest alırken niyet Iâzım gelip gelmeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. İhtiyat olan niyet etmektir. Zâhirine göre bu sözden murad, ihtiyat niyetin lüzumuna kâil olmaktır, demektir.
Hurma şırası ile abdestin câiz olması kâil olmaktır. demektir. Bu abdest teyemmüm gibidir. Çünkü suyun bedelidir. Onun için su varken onunla abdest almak câiz değildir. Su bulunursa onunla alınan abdest bozulur. Bunu Kudûri ulemamızdan naklen beyan etmiştir. Herhalde eşek artığındaki illet de böyledir. Çünkü onunla da su bulunmadığı vakit teyemmümle birlikte abdest alınır. Nitekim yerinde görülecektir.
Niyetin lügat ve ıstılah marını yukarıda arz etmiştik.
Hükmü: Abdest ve gusülde sünnet olmasıdır. Namaz ve zekat gibi bizzat maksud olan ibadetlerle teyemmümde. hurma şırası ve eşek artığı ile alınan abdestte, keffaretlerde ve abdestin ibadet olmasında niyet şarttır.
Niyetin yeri; kalpdir. Kalpten niyet etmeden yalnız dil ile niyeti söylemek kâfi değildir. Meğer ki kalbini toparlayıp onunla niyet etmeye kadir olamasın, yahut niyette şüphe etsin. Bu takdirde dil ile niyet kafidir. Acaba niyeti söylemek müstehap mıdır, sünnet midir yoksa mekruh mudur? Bu hususta birçok kaviller vardır.
«Hidâye» sahibi azîmetini toparlayamayan bir kimse için niyeti dil ile söylemenin müstehap olduğunu tercih etmiştir.
«Fethül-Kadîr»de Peygamber (s.a.v.)'den ve ashâbından niyeti dil ile söyledikleri, sahih veya zayıf hiçbir hadisde nakledilmemiştir, deniliyor.
İbn Emîr Hâcc buna: «Dört mezhep imamından da nakledilmemiştir» cümlesini ziyade ediyor Sözün tamamı «el-Eşbah»ın niyet bahsindedir.
Niyetin zamanı; İbadetlerin evvelidir. Velev hükmen olsun. Meselâ, bir kimse evinde namaza niyet eder de mescide giderek o niyetle namaza başlar, araya namaza mâni bir fasıla da girmezse hükmen namazın başında niyet etmiş sayılır.
Zekâtın farz miktarını malından ayırırken, oruca akşamdan, hacca ihrama giderken niyet etmek de bu kabildendir. İzâhı «el-Eşbah»dadır.
Niyetin şartı; İslâm, temyiz, niyet ettiği şeyi bilmek ve kasdettiği fiille niyet arasında niyete aykırı bir şey yapmamaktır. Bunun İzahı da «el-Eşbah» tadır.
Kasıttan murad: niyetle kastedilen işlerdir. Ulema niyetten maksad ibadetleri âdetlerden ve bazı ibadetleri birbirlerinden ayırmaktır, demişlerdir. Meselâ orucu bozan şeylerden sakınmak bazen perhizden yahut ihtiyacı olmadığından ileri gelebilir. Âdet olmayan yahut başkasıyla karışmayan Allah'a iman, mârifet, Allah korkusu, ümit, Kur'an okumak, zikir etmek ve ezan gibi şeylerde niyet şart değildir.
Keyfiyet; şekil ve heyettir ki bununla bir şeyin halini sorana cevap verilir. Meselâ burada niyetin nasıl yapılacağını soran bir kimseye abdest, gusül ve teyemmümde taharetsiz câiz olmayan bir şeyin mubah olmasını yahut hadesi gidermeyi niyet edersin diye cevap verilir. Benim hatırıma gelen budur. Sonra benzerini «el-İmdat» adlı eserde gördüm.
ABDESTE BESMELE İLE BAŞLAMAK
M E T İ N
İkincisi dil ile besmele çekerek başlamaktır. Besmele her zikirle hasıl olursa da Peygamber (s.a.v.)' ,den rivayet edilen şekli;
"Bismillâhi'l-azîm ve'l-hamdülillâhi alâ dîni'l-islâm" dır.
Besmele; istinca yeni kurulanmaktan evvel ve sonra çekilir. Yalnız avret yeri açıkken ve necaset yerinde iken dille söylenmez, kalpten çekilir. Bir kimse abdestin başında besmeleyi unutur da abdest esnasında çekerse sünnet yerini tutmaz, mendup olur. Yemekte ise geri kalan kısım hakkında sünnet hasıl olur, geçmişe şümulü yoktur. Besmeleyi yemek esnasında hatırlayan;
"Bismillâhi evvelehû ve ahirehû" demelidir.
i Z A H
Şarih dille besmele çekerek sözüyle abdeste başlarken besmelenin, niyet etmenin ve elleri yıkamanın sünnet olması birbirine zıd şeyler olmadığına işaret etmiştir. Çünkü niyetin yeri kalp. besmelenin yeri dil, ellerin yıkanması ise fiildir. Bunu Tahtavî ifade etmiştir. Lâkin «Şürunbulâlîyye»de beyan edildiğine göre abdestte hakikaten besmele ile başlamaya riayet etmek niyeti dil ile söylemeye mâni olur ki dil ile söylemek müstehap idi. Artık o da izafî olur.
Bir kimse besmele yerine tekbîr veya tehlîl getirse yahut hamdetse sünneti aslî itibariyle yerine getirmiş olur.
Kemalî ise «Fethû'l-Kadîr»de beyan edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) den ve bir rivayete selefden nakledilen:
"Bismillâh'il-âzim ve'l-hamdülillâhi ale'l-islâm" diyerek başlamaktır.
Ulemadan bazıları eûzü besmeleyi tam olarak çekmenin efdal olduğunu söylemişlerdir. «el-Müctebâ»da bunların ikisini birden söylemenin efdal olduğu kaydediliyor. Aynî'nin «Hidâye» şerhinde Peygamber (s.a.v.)' den rivayet edilen:
"Bismillâhi ve'l hamdülillah"dır, deniliyor.
Bu hadisi Taberânî «es-Sağir» nâm eserinde Hazreti Ebu Hureyre'den güzel bir isnatla rivayet etmiştir.
İstinca; yani kurulanmak abdesten sayıldığı için ondan, önce ve sonra besmele çekmek meşru olmuştur. «Hilye»de beyan edildiğine göre bütün besmele lâfızları abdeste başlarken söylenirler. İstincadan sonra ise Buharî ile Müslim'in rivayet ettikleri şu hadisi şerifte Peygamber (s.a.v.)'in buyurdukları okunur: Resûlüllah (s.a.v.) helâya gireceği vakit:
Allahümme inni eûzü bike mine'l-hubs ve'l-habâis derdi.
Said b. Mansur ile Ebu Hatim ve İbn Seken, hadisin başında «Bismillah» dediğini ziyade etmişlerdir. Hadisin manası: «Allah'ım ben hubs ve habâisden sana sığınırım» demektir.
Hubus yahut hubuz habisin cem'idir. Habâis ise habîssenin cem'i dir. Bunların ikisi de pislik mânâsına gelir. Bazıları bunlardan murad, şeytanların erkek ve dişileridir, demişlerdir. Daha başka sözler de söylenmiştir. Defi hacet için helâdan başka bir yere oturulursa besmele oturmazdan önce; aksi takdirde helaya girmeden önce çekilir. Her iki surette de besmeleyi unutan, onu kalbi ile söyler. Allah'ın ismini ta'zim için dille söylemez. «Siraciyye»de beyan edildiğine göre abdestin başında besmeleyi unutan kimse hatırladığı yerde onu söyler. Tâ ki abdesti besmeleden hâlî kalmasın.
Ulema her uzvu yıkarken besmele çekmenin mendup olduğunu söylemişlerdir. Yemeğe başlarken besmeleyi unutan hakkında Zeylâî şöyle diyor: «Abdestte sünnet yerini tutmaz ama yemek böyle değildir. Çünkü abdest tek bir fiildir. Yemeğin ise her lokması ayrı ayrı fiillerdir. Onun için «Haniyye» sahibi bir kimse, «Yediğim her et için bir dirhem sadaka vermek Allah için boynuma borç olsun» dese, her lokma karşılığında bir dirhem vermesi lâzım gelir. Zira her lokma bir yemektir».
«Fethü'l-Kadîr»in beyanına göre bu ta'lil sünnetin geri kalan yemek hususunda yerini bulacağını istilzam eder. Yoksa yenilen hakkında bir istidrak değildir.
«el-Münye» şarihi ise evlâ olan bu geçmişi tedariktir. Çünkü Resûlüllah (s.a.v.): «Biriniz yemek yer de başında besmeleyi unutursa, bismillâhi evvelehû ve âhirahû yani başında da sonunda da Allah'ın adıyla desin» buyurmuşlardır. Bu hadisi Ebu Davud ile Tirmizî rivayet etmişlerdir. Abdest hakkında hadis yoktur, diyor. Yani unuttuğu kısım hakkında istidrak olmasa, başında demenin bir faydası olmazdı demek istiyor. Burada şöyle denilebilir:
Yemek, ayrı ayrı fiiller olduğu halde ortasında çekilen besmeleyle unutulan tedariki mümkün olunca, abdestte mümkün olması evveliyette kalır. Zira abdest bir tek fiildir. Bu mânâ kıyasla değil, nâssın delaletiyle çıkarılır.
Aynî'nin «Hidâye» şerhinde bazı ulemadan naklettiği şu söz de bunu te'yid eder: «Bir kimse abdest esnasında besmele çekerse ona kâfi gelir».
TETİMME : Musannıfın «Abdeste besmele ile başlamak sünnettir» sözünü Tahavî ve bir çok müteehhirin ulema kabul etmişlerdir. «Hidaye»de ise mendup olduğu tercih edilmiştir. Zahir-i rivayenin de bu olduğu söylenir. «el-Bahr» sahibi, muhakkık İbn Hümâm'ın burada besmelenin vâcip olduğunu tercih etmesine şaşmıştır. Zira İbn Hümâm bilâhare «Namazın şartlan bâbında hak olan ulemamızın kavlidir ki. besmele müstehaptır» demiştir.
«el-Bahr» sahibi: «Nasıl şaşılmaz ki İmam Ahmed bu bâbda «Ben sabit olmuş bir hadis bilmiyorum demiştir» diyor.
M E T İ N
Üçüncüsü elleri bileklere kadar yıkamakla başlamaktır. Yani temiz olan eller istincadan evvel ve sonra üç defa yıkanır. Uykudan uyandıktan sonra kaydı ittifakî tesâdüfî bir kayıddır. Yani ihtirazî değildir. Onun için musannıf elleri kaba daldırmadan demedi, ta ki sünnetin hacet vaktine mahsus olduğu tevehhüm edilmesin. Zira kitapların mefhumları hüccettir. Ekseri nassların mefhumları bunun hilâfınadır. «en-Nehir» nâm eserde böyle denilmiştir. Aynı eserin hac bahsinde şöyle deniliyor: Rivayetlerde mefhum bilittifak muteberdir. Sahabenin sözleri de rivayetlerdendir. Ama bunun akılla anlaşılamayan şeylerle değil, akılla anlaşılan şeylerle kayıdlanması gerekir. Kuhistânî'nin «Hududi'n-Nihâye»den nakline göre azap delillerinde mefhumlar muteberdir. Nitekim Teala Hazretlerinin: «Hayır hayır, onlar o gün Rablerinden perdeyle men edileceklerdir» âyet-i kerimesinde böyledir. Rivayette itibara alınması ise külli değil, Ekseridir.
İ Z A H
İbn Kemâl «Burada sünnet elin önce yıkanmasıdır. Yıkamanın kendisi ise farzdır», diyor.
Musannıf bu mânâya işaret için abdestte elleri yıkamak ile boşlamak demiş, başkalarının yaptığı gibi abdeste başlarken ellerini yıkar dememiştir. Burada şârih temiz eller üç defa yıkanır demiş, musannıfın biraz sonra söyleyeceği yıkamayı üç defa yapmak sünnettir, sözüyle yetinmemiştir. Çünkü o sözden anlaşılan üç azanın yıkanmasıdır.
«el-Hilye»de şöyle deniliyor: Zâhire bakılırsa bir kimse ellerini üç defadan az yıkasa sünneti yapmış, kemalini terketmiş olur. Şu da var ki «Sünen» sahiplerinin rivayet ettikleri, «uykudan uyanan» hadîsinin bir rivayetinde Peygamber (s.a.v.): «İki yahut üç defa yıkar» buyurmuştur. Tirmizi bu hadisin hemen salih olduğunu söylemiştir: Ellerin istincadan önce ve sonra yıkanması iki ayrı sünnettir. «en-Nehir» sahibi bu babda şunları söylüyor: Şüphesiz ki başlamak hakiki olduğu gibi izafi de olur. Bunların ikisi de ayrı sünnettir. Bir sünnet değildir. «Hidâye» ve diğer kitaplarda «Uykudan uyandıktan sonra» kaydı vardır. Onlar bu hususta Buharî ile Müslim'in rivâyet ettikleri şu hadise tâbi olmuşlardır:
«Biriniz uykusundan uyandığı vakit elini yıkamadan kaba daldırmasın. Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez». Müslim'in rivâyetinde «Elini üç defa yıkamadan kaba daldırmasın» buyrulmuştur.
İttifakîdir sözü maksat değildir, mânâsınadır. Buna kaydı ittifakî, kaydı vukûî derler. Başka şeyden ihtiraz için değil, hâdisenin vukuuna bakarak yapılmış bir kayıt demektir. «İnâye» sahibinin beyanına göre «Hidâye»de «Uykudan uyandıktan sonra diye» kaydedilmesi. hadisin lafzı ile teberrük içindir. Yoksa sünnet uykudan uyanana ve başkalarına şâmildir. Ekseri ulema bu kavli tercih etmiş, bazıları; «Evet maksad budur ama uykudan uyanmayan kimsenin de ellerini yıkaması edeptir» demişlerdir. «en-Nehir» nâm kitapta şöyle deniliyor: Esah olan ekseri ulemanın sözüdür ki, elleri yıkamak mutlak olarak sünnettir. Lâkin necasette vehmedilirse sünnet-i müekkede olur. Nitekim bir kimse abdest bozduktan sonra kurulanmadan uyur, yahut bedeninde necaset bulunursa ellerini yıkaması sünnet-i müekkede olur.
Abdest bozmadan uyumak yahut uyumadan abdest almak gibi necaset tevehhümü olmayan yerlerde elleri yıkamak sünnet-i gayri müekkedir.
«el-Bahr» nâm kitabda da buna benzer izahat vardır.
Hâcet vaktinden murad; ellerin kaba daldırılmasıdır. Bundan şu anlaşılır ki, ellerini daldırmaya ihtiyacı olmayan, meselâ küçük bir kabı kaldırıp dökmek sureti ile abdest alan kimse ellerini yıkamanın sünnet olmadığını zanneder. Halbuki elleri yıkamak mutlak surette sünnettir.
Mefhumdan murad, söylenen sözün söylenmeyen mânâya da delâlet etmesidir. Mefhum iki kısımdır.
Birincisi, mefhum-u muvafakattır.
Mefhum-u muvafakat; söylenmeyen mânânın, söylenen söze hüküm itibarı ile muvafık düşmesidir. Ana-babaya üf demeyi yasak eden nehyin bunlan dövmenin haram olmasına da delâlet etmesi bu kabildendir. Bizim mezhebimizde buna delalet-i nass denilir ki, bilittifak muteberdir.
İkincisi, mefhum-u muhalefettir. Bu ötekinin hilâfınadır. Yâni bunda söylenilmeyen kısım söylenene muhalif mânâ ifâde eder. Mefhum-u muhalefetin mefhumu sıfat, mefhum-u şart, mefhum-u gaye, mefhum-u âdet ve mefhum-u lâkap gibi birçok nevileri vardır.
Mefhum-u muhalefet, Şafiî'ye göre muteberdir. Yalnız mefhum-u lâkap müstesnadır. «et-Tahrir»de bildirildiğine göre Hanefîler mefhum-u muhalefet nevilerinin hiçbirini delil olarak kabul etmezler. Ancak bu sadece şarîhin sözüne mahsustur. Rivâyet vesairede onlara göre de mefhum-u muhalefet bütün kısımları ile muteberdir. Hatta mefhum-u lâkap ki, hükmü camid bir isme tâliktir. O dahi muteberdir. Meselâ; cuma namazı hür olan erkeklere farzdır, denilirse bundan onun kadınlara ve kölelere farz olmadığı anlaşılır.
«et-Tahrir» şerhinde bildirildiğine göre Şarî" Hazretlerinin sözlerinde bir şeyin hassaten zikredilmesi, o hükmün başkalarına şâmil olmadığına delâlet etmez. Ama insanların anlaşmalarında, örf ve muamelelerinde, akliyatta delâlet eder.
Nasslardan murad; âyet ve hadislerdir. Bunlar az kelime ile çok mânâ ifâde ettikleri için birçok faydalara ihtimalleri vardır. Bu faydalar mefhum-u muhaliflerinin, nazarı itibâra alınmamasını iktiza eder. Onun için halef ulema, bunlardan selefin idrak etmediği birçok faydalar çıkarmışlardır.
Rivayet böyle değildir. Çünkü rivayete görüş farkları pek az olur. Maksad mefhum-u muhaliflerdir. Mefhum-u muvafıkları ise mutlak suretle muteberdir. Şarihin nassları ekseri diye kayıtlaması içlerinde mefhum-u muhalifi olanlar bulunduğu içindir. Nitekim azap delillerinde mefhum-u muhalif muteberdir.
Sahâbenin «Akılla anlaşılamayan sözleri merfu hükmündedir». Merfu nâssdır. Nass da ise mefhum-u muhalif muteber değildir.
Ben derim ki: bundan dolayı ulemamız akılla idrak edilemeyen hususta sahabeyi taklidin lâzım geldiğine ittifak etmişlerdir. Nitekim hayzın en az üç gün olacağını Hz. Ömer'in sözünden alarak söylemişlerdir. Zira Hz. Ömer'in onu Peygamber (s.a.v.)'den işiterek söylediği bellidir.
Ehl-i sünnet uleması Allah Tealâ'yı âhirette görmenin caiz olduğunu bildiren deliller arasında bu âyet-i kerimeyi de zikretmişlerdir. Çünkü âyet-i kerîmede Allah Teâlâ'yı görememek küffar için bir azap ve ceza olarak bildirilmiştir.
Bundan mü'minlerin onu görmekten men edilemeyeceği anlaşılır. Aksi takdirde görmemenin kâfirler için azap olması mümkün değildir.
M E T İ N
Eller bileklere kadar yıkanacaktır. Bilek elle kolu ayıran mafsaldır. Sonra su kabını kaldırmak mümkün değilse, abdest alan kimse sol elinin parmaklarını bir araya toplayarak kaba daldırır ve sağ elinin üzerine döker. Bunu sağdan başlamış olmak için yapar. Avucunu daldırırsa guslü murad ettiği takdirde su müsta'mel olur. Sadece su almak için daldırırsa müstamel olmaz. Hiçbir şey ile su almak mümkün değil, elleri de pis ise teyemmüm ederek namazını kılar, sonra kaza da etmez. Elleri yıkamak farzın yerini tutan bir sünnettir. Nitekim namazda Fatiha'yı okumak vaciptir, fakat farzın yerini tutar. Elleri kollar ile birlikte yıkamak dahi sünnettir.
Ellerin nasıl yıkanacağı hususunda tafsilât vardır. Şârih bunun açık olanını bırakmış, kapalı olanını söylemiştir.
«en-Nehir» nâm eserde bildirildiğine göre elleri yıkamak şöyle olacaktır; abdest alan kimse su kabını kaldırabiliyorsa evvelâ sağ elini, sonra sol elini üçer defa yıkayacaktır. Kabı kaldırmak mümkün değil, fakat yanında küçük bir kap bulunursa hüküm yine budur. Aksi takdirde sol elinin parmaklarını yumarak avucunu sokmamak şartıyla suya daldırır ve sağ elinin üzerine döker. Sonra sağ elini daldırarak sol elini yıkar.
«el-Bahr» da şöyle deniliyor: «Ulema hadisle istidlâl ederek eli yıkamadan kaba daldırmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir». Bu kerâheti tenzihîdir. Zira nehiy Peygamber (s.a.v.)in: «Çünkü o elinin nerede gecelediğini bilmez» hadis-i şerifi ile, kerahet-i tahrimiyye ifade etmekten çıkmıştır.
Şu halde nehiy «Küçük kaba yahut yanında küçük kap bulunan büyük kaba zaten el girmez. Büyüğüne de avuç sokulmaz» mânâsına alınır. «el-Aktâ» şerhinde «Uykudan uyanan kimsenin elini soktuğu su ile abdest almak mekruhtur. Çünkü pis olması ihtimali vardır. Nitekim sabînin elini soktuğu su da böyledir» deniliyor.
Ben derim ki: bu tâ'lilin zahiri şunu gösterir. O kimse abdest bozduktan sonra kurulanarak uyusa yahut üzerinde pislik bulunmasa, elini suya daldırması mekruh olmadığı gibi, o sudan abdest almak da mekruh değildir. Çünkü pislenme ihtimali yoktur.
Şarihin «Sağdan başlamış olmak için» sözü, bir sualin cevabıdır. Sual şudur:
İki avucuna ayrı ayrı su dökmeye hacet yoktur. Çünkü sağ eline aldığı su ile her iki elini yıkamak mümkündür. Nitekim âdet de budur. Fakat «Dürer» sahibi bunu reddetmiş: «Bunda avamın âdetini, şer'in örfüne tercih vardır. Çünkü şer'in örfü sağdan başlamaktır. Bir de abdestte suyu bir elden diğerine, bir ayaktan diğerine nakil câiz değildir. Gusül bunun hilâfınadır» demiştir.
Ben derim ki: lâkin «Hilye»de beyan edildiğine göre hadislerin zahin bu iki kavlin arasını bulmaktadır. Bizim ulemamızdan başkaları burada sağdan başlamanın müstehap olmadığını nâssan bildirmişlerdir. Nitekim şakakları ve burun içlerini yıkarken, kulaklara ve mestlere mesh ederken sağdan başlamak da müstehap değildir. Ancak imkân olmadığı zaman sağdan başlanır. Bu da kaidelere aykırı değildir. Lakin ıslaklığı nakil meselesi bunun karşısında müşkül kalır. Buna da şöyle cevap verilir:
Burada ıslaklığı nakletmek câizdir. Hadislerin zahiri buna delildir. Şu halde avamın adeti ile şer'in örfü birleşmiş olur. Onun içindir ki İbn Hacer «Tuhfe»'sinde birini diğerine tâbi kılmak için ikisini birden yıkamak sünnettir, demiştir. Burada şarihin yıkamak isterse su müsta'mel olur sözünden murad; ellerini yıkamaktır. Bu takdirde eline temas eden su uzuvdan ayrıldıktan sonra müsta'mel olur. Yoksa bütün su müsta'mel olmaz. bu hususta söz uzundur. Ma-i müsta'mel bahsinde gelecektir.
Yıkamak niyetiyle değil de su çıkarmak için ellerini kaba daldırırsa su müsta'mel olmadığı gibi tası küpün içine düşürür de çıkarmak için elini dirseklerine kadar daldırırsa yine su müsta'mel olmaz. Zira buna ihtiyaç vardır. Velev ki suyu müsta'mel yapan ref-ı hades illeti mevcud olsun.
«el-Bahr» ve «en-Nehir» nâm eserlerde bildirildiğine göre, bir kimsenin iki eli de pis olursa suyu başkasına çıkartarak döktürür. Böyle birisini bulamazsa suya bir mendil batırarak ondan damlayan su ile ellerini yıkar. Bunu da bulamazsa suyu ağzı ile çıkarır. Buna da kudreti yoksa teyemmüm ederek namazını kılar. Sonra kaza da etmez.
«el-Bahr» sahibi diyor ki; ağzıyla su çıkarma meselesinde ihtilaf vardır. Sahih kavle göre bu su pisliği giderirken müsta'mel olur. Yani onunla ellerindeki pisiliği giderir. Sonra ellerini abdest için tekrar yıkar demek istiyor.
Musannıfın burada bahsettiği «Farz yerini tutan sünnettir» kavlini «el-Kâfi» sahibi ve ona tebaan «Dürer» sahibi ihtiyar etmişlerdir. Bu babdaki üç kavlin biri budur. Lakin bu kavil sözünün başında işaret ettiğine muhaliftir. Orada «Abdestte ellerini yıkamakla başlamak sünnettir» demişti. Bu söz açık gösteriyor ki, yıkamanın farz olduğu kavlini kabul etmiş, yalnız öncelik meselesinin sünnet olduğunu söylemiştir. Nitekim bunu ibn Kemâl'den naklen izah etmiştik. «el-Fetih», «el-Mirâc», «el-Habbâziye», «es-Sirac» sahiplerinin tercih ettikleri kavil de budur. Çünkü İmam Muhammed «Asıl» namındaki eserlerinde yüzü yıkamaktan bahsettikten sonra arkasından kollarını yıkar demiş, ellerini dememiştir.
Binaenaleyh elleri ikinci defa yıkamak vacip değildir.
«el-Bahr» sahibi ulemanın sözünden anlaşılan mânâya göre mezhebin bu olduğunu söylemiş, Serahsî ise «Bence esah olan bunun farz yerini tutan sünnet olmamasıdır. Binaenaleyh ellerini tekrar yıkar», demiştir. «ez-Zâhîre» sahibi bunu müşkül saymış ve «Maksad temizlemektir. Bu da olmuştur» demiştir. İsmâil en Nablusî buna şu cevabı vermiştir: «Murad; kasten ve müstakilen yapmış olsa farzın sevabına bakarak farz yerini tutmamasıdır. Zira sünnet bunu ifa edemez. Bunu ulemanın niyetsiz de hadesin sâkıt olacağına ittifakları te'yid eder.»
Hâsılı şudur: Farz sakıt olmuştur. Fakat kasten değil, sünnet vecihle yıkamanın zımnında sakıt olmuştur.
Farz sevab tereddüb etmesi ancak farz niyetiyle yapıldığı zamandır. Meselâ bir kimse cünüb olduğunu unutarak cuma için yıkansa cünüblüğü zımnen kalkmış olursa da niyet etmedikçe farz olan gusül sevabı gibi sevaba nail olamaz. Çünkü niyetsiz sevab yoktur. Bu takdirde kollarını yıkarken ellerini de tekrar yıkaması sünnet olur. Tâ ki kasten farzı ifa etmiş olsun. Bu cihetten ilk yıkadığı onun yerini tutmaz. Velev ki tekrar etmediği takdirde farzın sâkıt olması yönünden onun yerini tutmuş olsun.
Nitekim hiç niyet etmese de farz sâkıt olur. Bu izahat üzerine bana öyle geliyor ki üç kavil arasında muhalefet yoktur. Zira farz olduğunu söyleyen onun farz namına kâfi geldiğini kastediyor. Ve farz namına kafi gelen bu yıkamayı evvelâ yapmak sünnettir. Farz yerini tutan sünnettir, sözünün mânâsı da budur. Öyle anlaşılıyor ki, bu iki kavle göre yıkamayı tekrarlamak sünnettir. Böylece bütün kaviller birleşmiş oluyor. Allahu âlem!..
Şârihin «Elleri kollarla birlikte yıkamak da sünnettir.» sözü yukarda söylediklerimizi te'yit eder. Çünkü bunu hiçbir kavil ile kayıtlamamıştır. Elleri tekrar yıkamanın abes ve israf olduğunu söylemek ise insaftan uzaktır.
METİN
Dördüncüsü üç suyla misvaklanmaktır. Misvak, «Cevhere»de bildirildiğine göre sünnet-i müekkededir. Ağza su verilirken yapılır. Daha önce yapılacağını söyleyenler de vardır. Misvak bize göre abdest için yapılır. Ancak unutulursa namaz için mendup olur. Nitekim dişler sarardığı, ağzın kokusu değiştiği zaman ve Kur'an okumak için misvak tutunmak da müstehabdır. Misvakın en az miktarı üst dişlere üç, alt dişlere de üç defa sürmektir.
Mısvak ağzı fırçalamaya yarayan çubuktur. Bazıları onun müstehap olduğunu söylemişlerdir. Çünkü misvak abdestin hususiyetlerinden değildir.
İZAH
Zeylâi ve diğer bazıları bu kavli sahih bulmuşlar.
«Ferhül-Kadîr» sahibi: «Hak olan da budur» demiştir. Lâkin «el-Min-yetü's-Sagîr» şerhinde şöyle deniliyor: Misvakı Kudurî ve ekserî ulema sünnetlerden saymışlardır. Esah olan da budur.
Ben derim ki: metinler dahi bu kavil üzerine yazılmışlardır. Misvak ağıza su verilirken tutulur. «el-Bahr» sahibi ekseri ulemanın kavli bu olduğu gibi evlâ olanın da bu olduğunu söylemiştir. Çünkü temizleme hususunda bu en mükemmeldir. Misvak bize göre abdestin sünneti, Şâfiî'ye göre ise namazın sünnetidir.
«el-Bahr» da beyan edildiğine göre ulema şunu söylemişlerdir: Hilafın faydası bir abdestte birkaç namaz kılan kimse hakkında kendini gösterir. Bize göre bu abdest için kullandığı misvak kâfidir. Şafiî'ye göre kâfi değildir. Sebebini Sirâc-i Hindî «Hidâye-Şerhi»nde şöyle izâh ediyor: «Bir kimse namaz için misvaklandığı vakit çok defa kan çıkar. Kan bil' ittifak pistir». Velev ki şâfiî'ye göre abdesti bozmasın, unutursa namaz için mendup olur, sözünü Cevhere beyan etmiştir. Bu sözün ifade ettiği mânâ şudur:
Bir kimse misvakı abdest alırken tutunursa. namaz kılacağı vakit misvaklanması sünnet değildir. Lâkin «Fethü'l-Kadir»de Gazneviye'den naklen bildirildiğine göre misvak beş yerde, yani dişler sarardığı, ağzın kokusu değiştiği, uykudan uyanıldığı, namaza kalkılacağı zaman ve bir de abdest alırken müstehaptır. Lakin «el-Bahr» sahibi şöyle diyor:
«Ama ulemanın naklettikleri misvak bize göre namaz için değil, abdest içindir, sözü buna aykırı düşer.»
«en-Nehir» sahibi Gazneviye'nin sözünü «Cevhere»deki beyana hamlederek iki kavlin arasını bulmuştur. Yani misvak abdest içindir. Ama unutulursa abdest için değil, namaz için mendup olur. İşte şârih in işaret ettiği de budur. Fakat İsmail Nablusî Hindi nin yukarıdaki ta'liline bakarak bu da söz götürür demiştir ki, o ta'iil sakattır. Zâten vahimden ibaret bir şey diye reddedilmiştir. Bununla beraber misvaka devam eden kimsenin dişleri de kanamaz.
Bana, iki kavlin arasını bulmak şöyle olacak gibi geliyor: Ulemanın misvak tutunmak bize göre abdest içindir, demeleri İmam Ahmed'in rivayet ettiği hadiste beyan buyuralan faziletin ne ile kazanılacağını göstermek içindir. Resûlüllah (s.a.v.): «Misvaklı abdestle kılınan bir namaz misvaksız namazdan 70 kere efdaldır» buyurmuştur. Yani bu sevap, misvak abdest alırken tutunulduğu zaman hasıl olur. Şafiî'ye göre ise sevab ancak namaza durulacağı vakit tutunulursa hâsıl olur. Binaenaleyh bize göre o abdestle kılınan her namaz için bu fazilet vardır. Ona göre yoktur. Bundan bize göre misvak her namaz için müstehap değildir, mânası çıkmaz ki zıddıyet lâzım gelsin.
Misvak toplantılara gidileceği zaman bile müstehap olursa, Allah Teâla ile bir münacaat demek olan namaz için nasıl müstehap olmaz.
İmdâdü'l-Fettâh nam kitapda şöyle deniliyor: «Misvak abdestin hususiyetlerinden değildir. Çünkü o birçok hallerde müstehabdır. Mesela ağız kokusu değiştiği zaman, uykudan uyanıldıktan, namaza durulmak istenildikte, eve girileceği zaman. toplantılara giderken, Kur'an okunacağı zaman misvak tutunmak müstehaptır. Çünkü Ebu Hanife «Misvak dinin sünnetlerindendir» demiştir. Binaenaleyh bu hususta bütün haller müsavidir.
Kuhistanî'de şöyle deniliyor: Misvak söylenildiği gibi abdeste mahsus değildir. Zahiri rivayenin beyanına göre o başlı başına bir sünnettir. (Hidâye» hâşiyesinde onun her zaman müstehap olduğu bildiriliyor. Abdest almak isteyince daha da kuvvetle müstehap olur. Binaenaleyh her namaz zamanında ya sünnet ya müstehap olur. Namaz zamanında müstehap olduğunu Halebî dahi «el-Münyetü's-Sağir» şerhinde tasrih etmiştir.
Tatarhâniyye'de Tetimme'den naklen: «Bize göre misvak tu'tunmak her namazda, her abdestte, her ağız kokusu değiştiğinde ve her uykudan uyandıkça müstehaptır» denilmiştir. Bu eşsiz izahı ganimet bilmelisin.
Şârih misvakın üst ve alt dişlere en az üçer defa sürüleceğini bildiriyor.
Ben derim ki: «Mirac-ı Diraye»'de bildirildiğine göre bu hususta miktar tayini yoktur. Misvak kullanan kimse ağız kokusunun ve diş sarılığının kalmadığına kanaat getirinceye kadar dişlerini onunla ovar. Ama müstehap olan miktarı üçer su ile üçer defa kullanmaktır. Zâhire bakılırsa burada maksat sünneti yerine getirmiş olmak için miktar tayin edilmemiş olmasıdır. Sünnet ancak kalbin kanaatiyle hâsıl olur. Üç defadan daha az miktarda itminan hâsıl olursa kemalini, yani üçü tamamlamak müstehaptır. Nitekim ulema taşla taharetlenme meselesinde de ayni şeyi söylemişlerdir. Gerek üst gerekse alt dişlerde misvaka sağ taraftan başlanır, sonra sol tarafa geçilir.
METİN
Misvakı sağ elle tutmak, çubuğun yumuşak, budaksız, düz ve küçük parmak kalınlığında, bir karış uzunluğunda olması müstehaptır. Dişleri uzunluğuna değil, genişliğine ovmalı, bu işi yatarken yapmamalıdır. Çünkü dalağının büyümesine sebeb olur.
Misvakı avucunun içine almamalı, zira basur illetini doğurur. Çubuğu emmemelidir. Bu da körlüğe sebep olur. Kullandıktan sonra misvakı yıkamalıdır. Aksi takdirde onunla şeytan misvaklanır. Çubuk bir karıştan fazla olmamalıdır. Fazla olursa onun üzerine şeytan biner. Misvakı yere yatırmayıp dikine koymalıdır. Böyle yapılmazsa Kuhistanî delirmek tehlikesi olduğunu söylemiştir. Misvakın eziyet veren ağaçtan yapılması mekruh, zehirli ağaçtan yapılması haramdır.
Faydalarından bazıları; ölümden başka her hastalığa şifa olması, ölürken kelime-i şehadeti hatırlatmasıdır. Misvak bulamayan yahut dişleri olmayan kimse için sert bir çapıt kullanmak veya parmağı ile ovmak onun yerini tutar. Nitekim kadın için misvaka kudreti varken sakız çiğnemek de misvak yerini tutar.
İZAH
«el-Bahr» ve «en-Nehir» nâm eserlerde misvakın sağ elle tutulmasının mendup olduğu bildirilmiş, «Dürer» sahibi onun öteden beri böyle nakledilegeldiğini söylemiştir. Zahirine bakılırsa Peygamber (s.a.v.)'den nakledilmiştir. Lâkin «Dürer» hâşiyesinde şöyle deniliyor: Nakil iddiası nakle muhtaçtır. Nakil ise yoktur. Burada olsa olsa şöyle denilebilir:
Misvak tutunmak temizlik kabilindense sağ elle kullanmak müstehaptır. Kiri gidermek kabilindense sol elle tutulur. Bunun kir gidermek kabilinden olduğu anlaşılıyor. Nitekim İmam Mâlik'ten böyle rivâyet olunmuştur:
Misvakın temizlik kabilinden olduğunu söyleyenler Hazret-i Aişe hadisi ile istidlal etmişlerdir.
Bu hadîsin bir tarikinde Peygamber (s.a.v.)in taranmasında, ayakkabı giymesinde, abdestinde ve misvakında sağdan başlamak hoşuna giderdi, denilmiştir. Fakat bu söze itiraz edilmiş ve murad ağzın sağ tarafından başlamış olmasıdır, denilmiştir.
Yine «el-Bahr» ve «en-Nehir» adlı eserlerde bildirildiğine göre misvakın sünnet vecihle tutulması, çubuğun küçük parmağın üstünden, diğer üç parmağın altından geçirerek başını başparmağa dayamakla olur. Nitekim İbn Mes'ud Hazretleri de böyle rivayet etmiştir.
«Fethü'l-Kadîr» ile «Sirâc»da şöyle deniliyor: Misvakın çok yaş, ve çok kuru olmaması müstehaptır. Çünkü çok yaş olursa bükülür, dişlerin kirlerini temizleyemez. Çok kuru olursa diş etlerini zedeler. Maksat misvakın başı, yani ağızda kullanılan tarafıdır. Misvakın bir karış uzunluğunda olması, kullanılmaya ilk boşlandığı zamandır. Sonradan kesilip düzeltilmek suretiyle kısalması zarar etmez. Bu uzunluk kullanan kimsenin karışına göre midir, yoksa mutad karış mıdır? Zâhir olan mutad karıştır. Çünkü mutlak olarak karış denildiğinde ekseriyetle bu anlaşılır. Dişler uzunluğuna değil, genişliğine ovulacaktır. Çünkü uzunluğuna ovulursa diş etleri zedelenir. Ama Gaznevî hem uzunluğunda hem genişliğine ovulacağını söylemiştir.
Ekseri ulema birinci kavli tercih etmişlerdir. «el-Hılye» sahibi hadislerin aralarını bulmak için dişlerin genişliğine, dilin uzunluğuna ovulacağını söylemiş, sonra Gaznevî'den şunu nakletmiştir:
Misvaklanmak dişlerin içini, dışını, üst ve alt kısımlarını, ön dişlerin köklerini ve diş aralarını ovuşturmakla olur.
Misvak çubuğunu emmemelidir. Emmeden tükürüğü yutmaya gelince: «el-Hilye»de Hâkîm-i Tirmizî'nin şu sözü naklediliyor:
Misvaka başladığında tükürüğünü yut. Çünkü bu cüzzam ve baras hastalıklarına karşı faydalıdır. Ölümden maada bütün dertlere devadır. Ama ondan sonra hiçbir şey yutma... Zira vesvese getirir. Bunu Ziyad b. ilâka rivâyet etmiştir.
Misvakı kullandıktan sonra yere yatırmayıp dikey koymalıdır. Kuhistâni'nin beyanına göre Peygamber (s.a.v.) in kulağın üzerinde misvakını koyduğu yer kâtibin kalem koyduğu yer imiş. Eshabının misvakları ise Hakîm-i Tirmizî'nin dediği gibi kulaklarının arkalarında bulunuyormuş, Bazıları sarıklarının aralarına kıstırırlarmış. Misvakı yere bırakan kimsenin delirme tehlikesi vardır. Çünkü Said b. Cübeyr'den rivâyet olunduğuna göre, bir kimse misvakını yere bırakır da delirirse, kendinden başkasına kabahat bulmasın, demiştir. Bunu «Hilye» sahibi Hâkim-i Tirmizi'den nakletmiştir. «el-Hilye»de beyan olunduğuna göre ulema, nar çubuğu ve fesleğen dalı gibi dişleri zedeleyen şeylerden misvak yapmanın mekrûh olduğunu söylemişlerdir.
«Hidâye» şerhinde Ayni şöyle diyor: Hars müsnedinde Dumeyr b. Habib'den şu hadîsi rivâyet etmiştir Resûlüllah (s.a.v.): «Fesleğen çubu-ğu ile misvaklanmayı yasak etti ve bununla misvaklanmak cüzzam terini harekete getirir» buyurdular.
«en-Nehir» nâm eserde, nar çubuğu ve kamıştan maada her çubukla misvaklanmak câizdir, deniliyor. Efdal olan «Erak» denilen misvak ağacıdır. Sonra zeytin ağacı gelir. Taberânî'nin rivayet ettiği bir hadîste Peygamber (s.a.v.): «Mübarek bir ağaç olan zeytinden yapılan misvak ne güzeldir. O benim ve benden önceki peygamberlerin misvakıdır» buyurmuştur.
Şürunbulâliyye'de Farzî'nin Buhari hâşiyesinden naklen; Misvakın faydalarından bazıları ihtiyarlığı yavaşlatması ve gözü keskinleştirmesidir. En güzel faydası, ölümden başka her derde şifa olmasıdır. Misvak Sırat üzerinde yürümeyi de sür'atlendirir deniliyor.
«el-Münye» şerhi ile diğer bazı kitaplarda beyan edilen faydalar da şunlardır:
Misvak ağzı temizler, Allah Teâlâ'yı razı eder, melekleri sevindirir. Gözü cilalandırır, ağız kokusunu ve kirini giderir, dişleri beyazlatır. Diş etlerini kuvvetlendirir. Yemeği hazmettirir, balgamı keser. Namazın sevabını katlandırır. Kur'an'ın yolu olan ağzı temizler. ağız kokusunu güzelleştirir, fesahatı artırır, mideyi takviye eder, şeytanı çatlatır, sevapları çoğaltır, safrayı keser. baş damarlarını yatıştırır. ağrısını dindirir ve ruhun çıkmasını kolaylaştırır.
«en-Nehir»de misvakın faydaları 30 küsûra bâliğ olur ki, en aşağısı eziyeti gidermek, en âlâsı da ölürken şehadet getirmeyi hatırlatmaktır. Allah, lutf-u keremi ile bunu bize de nasip eylesin, deniliyor.
Parmakla misvaklanmak hususunda «el-Hilye» sahibi şöyle diyor:
«Sonra hangi parmakla olursa olsun misvak tutunmakta bir beis yoktur. Efdal olan şehadet parmakları ile misvaklanmaktır. Evvelâ sol elinin şehadet parmağı ile, sonra sağ elininki ile dişler ovulur. Dilerse sağ elinin baş ve şehadet parmakları ile de misvaklanabilir. Bu takdirde başparmağı ile sağ taraftan başlayarak, dişlerin üst ve alt kısımlarını sonra şehadet parmağı ile sol taraftakilerini aynı şekilde ovuşturur. Kadın sakız çiğnerken misvakı niyet ederse misvak sevâbına nâil olur».
METİN
Beşincisi ağzı üç defa suyla yıkamak, yani kaplamaktır. Onun için musannıf, yıkamak tabirini kullanmış yahut kısaltma yapmak istemiştir.
İZAH
Şârih bu sözü ile kaplamak mazmaza ve istinşak ile değil, yıkamak ile mümkün oluyor, demek istiyorsa da idiası söz götürür. Çünkü mazmaza ile istinşak da aynı işi görür.
Istılahan mazmaza, suyun bütün ağzı kaplaması manâsına gelir.
Lügatta ise hareket ettirmek demektir. Istılahan istinşak suyu genize ulaştırmaktır. Lügatta neşkten alınmıştır. Neşk suyu ve benzerini burnun nefesi ile içeri çekmektir. Buna şöyle cevap verilmiştir Maksad Zeylai'nin söylediğidir ki şudur:
Mazmaza ile istinşakın mübalâğa ile yapılması sünnettir. Yıkamak mubalağaya daha ziyade delâlet eder. Fakat buna da itiraz edilerek bu mubalâğa kaplamanın kendisi değildir. Hem o başka bir sünnettir. Binaenaleyh bu sünneti ve aslını bir sözle ifade etmek, ikisinin bir sünnet olduğunu iham eder. Halbuki ikisi bir sünnet değildir. Bir de musannıf gibi mübalâğanın sünnet olduğunu söyleyene bu münasib değildir.
Ben derim ki: en iyisi ağız ve burnu yıkamak tâbirleri lügat mânâlarına bakarak kaplamayı mazmaza ve istinşaktan daha iyi ifade eder, demelidir.
Şârihin «Yahut kısaltma yapmak istemiştir» sözüne de şöyle itiraz edilmiştir: Kısaltma mühim bir faydayı elden kaçırmamak şartıyla makbuldür. Mazmaza suyu ağızda çalkalayıp püskürmektir. Yıkamak buna delalet etmez.
«en-Nehir» sahibi buna cevap vermiş ve: suyu püskürtmenin şart olduğu İmam Ebu Vûsuf'tan rivâyet edilmiştir. Esah kavle göre püskürmek şart değildir. Çünkü «Fethü'l-Kadir» de beyan edildiğine göre bir kimse suyu birden yutuverse mazmaza yerini tutar, demiştir. Bazıları tutmayacağını söylemişlerdir. Suyu emerek içerse mazmaza için kâfi değildir.
Aynî, üçüncü bir vecih göstermiştir ki, o da yıkamakla mazmazanın sınırlarına dikkat edilmesidir.
METİN
Altıncısı burnu genizlere kadar üç suyla yıkamaktır. Ağızla burnu yıkamak sünnet-i müekkede olup her biri beş sünnete şâmildir. Bunlar tertibe riâyet etmek, üçer defa yıkamak, her defasında ayrı su kullanmak ve sağ elle yıkamak, oruçlu olmamak şartı ile yıkarken gargara yapmak ve suyu genizlere ulaştırmak suretiyle mübalâğa göstermektir. Çünkü mübalağada orucun bozulması ihtimali vardır. Bunları abdestin farzlarından önce yapmanın hikmeti suyun vasıflarına vakıf olmaktır. Çünkü suyun rengi gözle, tadı ağızla, kokusu burunla bilinir. Bir kimsenin yanında mazmaza ve istinşakla birlikte her âzâyı birer defa, onları yapmazsa üçer defa yıkamaya yetecek kadar su bulunsa birer defa yıkayarak abdest alır, suyu olarak birazı ile mazmaza, kalanı ile istinşak yapsa kafi gelir. Bunun aksi, yani evvela istinşak yapması kâfi değildir. Acaba parmağını ağzına burnuna sokacak mıdır? Kuhistânî'nin beyanına göre, evet sokacaktır.
İ Z A H :
Ağızla burnu yıkamak sünneti müekkededir, bunları terkeden kimse sahih kavle göre biraz günahkâr olur.
«el-Hilye» de: belki bu söz, yıkamamayı özürsüz âdet edinen hakkındadır. Nitekim az ileride görüleceği vecihle ulema üç defa yıkamayı terkeden hakkında da aynı şeyi söylemişlerdir. deniliyor. Ağızla burnun şâmil oldukları beşer sünnete kendileri de katılınca buradaki sünnetler on iki olur. Tertibin ikisinde bir sünnet sayılacağını söyleyenler de vardır.
el-Bahr'da Mi'racu'd-Dirâye'den naklen üç defa yıkamaya imkân varken tekrarı terketmenin mekruh olmadığı bildirilmiş, «Hilye» sahibi de bunu te'yit etmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) in bir defa mazmaza ve istinşak yaptığı sabit olmuştur. Hadîsi Ebu Davud rivayet etmiştir. Ama «Hilye» sahibi bunun ödet haline getirilmemesi ile kayıtlanması gerektiğini söylemiştir. Burnu yıkarken istinsar, yani burun atmak sol elle yapılır.
İsmail Nablusî: «Zâhire göre ağızla burnu yıkarken mubalâğa göstermek müstehaptır» diyor.
Gargara mazmazada, suyu genize ulaştırmak istinşakta olur. Bazıları mazmazanın mübalâğa ile yapılması suyu ağzını dolduracak kadar çok kullanmakla olur, demişlerdir.
«el-Münye» şerhinde birinci kavlin daha meşhur olduğu kaydedilmiştir. Ağız burun dahil olmak üzere her uzvu birer defa yıkayarak abdest almak, onları terkederek üçer defa yıkamaktan daha kuvvetlidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) in üçer yıkamayı terkettiği rivayet olunmuştur. Resûlullah (s.a.v.) her uzvu birer defa yıkayarak abdest almış: «Bu öyle bir abdesttir ki, Allah namazı ancak onunla kabul eder» buyurmuştur. Fakat mazmaza ile istinşakı terkettiği rivayet olunmuştur. Abdest alırken parmağın ağza, burna sokulmasının evlâ olması, ağızda misvak parçası veya misvakla çıkmamış yemek kırıntısı kalması ihtimali içindir.
METİN
Yedincisi ihramlı olmayan bir kimsenin yüzünü üç defa yıkadıktan sonra sakalını hilallaması ve elinin arkasını boğaz tarafına çevirmesidir.
İZAH
Sakalı hilâllemek, kıllarını aşağıdan yukarıya ayırmaktan ibarettir. Ebû Yusuf'a göre bu, sünnettir. Ebû Hanîfe ile Muhammed ise onu bir fazilet kabul etmişlerdir.
«el-Mebsût» sahibi Ebu Yûsuf'un kavlini tercih etmiş. «el-Munye» şerhinde dahi deliller bunu tercih ettiriyor, sahih olan da budur denilmiştir. el-Hilye'de bütün bunların sık sakal hakkında söylenildiği anlaşılıyor. Seyrek sakalda ise suyu altına ulaştırmak vacibtir, denilmiş: Şürunbulâlî de katiyetle buna kâil olmuştur.
«el-Minah» sahibi sünnet vecihle hilâllama, el parmaklarını sakal aralarına aşağıdan yukarıya doğru sürerek elin içini dışarı doğru, dışını da abdest alanın bedenine çevirmekle olur. diyor.
Ben derim ki: Ebû Dâvûd, Hazret-i Enes'den şu hadîsi rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), abdest alırken çenesinin altına bir avuç su alır, onunla sakalını hilallar ve «Rabbim bana bunu emretti» buyururdu. Bunu «el-Bahr» sahibi ile başkaları beyan etmişlerdir. Hadîsden anlaşılan mâna, sakalın altından başlayarak elin içini boyun tarafından içeri. dışını do dışarı çevirmek suretiyle hilâllamaktır. Tâ ki alınan suyu saçların arasına ulaştırmak mümkün olsun.
Yukarıda anlatıldığı şekilde bunu yapmak mümkün değildir. Zira elle su almakta bir fayda kalmaz. «el-Minah» sahibi tarif ettiği şekli «el-Kifâye» adlı kitapdan aldığını söylemiştir.
Benim «el-Kifâye»de gördüğüm ise şöyledir: Bunun şekli yüzü üç defa yıkadıktan sonra aşağıdan yukarı doğru sakalı hilâllamaktır. Sonra bilmelisin ki bu hilâllama sağ elle yapılır. Nitekim «el-Hilye»de tesrih edilmiştir ve açıktır. «Dürer» sahibi ise iki elinin parmaklarını sakalının arasına sokar demiştirki arzetiğimizin hilâfınadır.
METİN
Sekizincisi parmaklarını hilâllamaktır ki el parmaklarını birbirine geçirmekle, ayak parmaklarını ise, sol elinin küçük parmağını diğerlerinin aralarından geçirmekle olur. Ayak parmaklarını hilallarken sağ ayağın küçük parmağından başlanır. Hilallamanın sünnet olması parmak aralarına su girdiğine göredir. Parmaklar sıkışık halde topluysa hilâllamak farz olur.
İZAH
Parmakları hilâllamak bilittifak sünnet-i müekkededir. Sürunbulaliyye'de bildirilen hilâf, yukarıda arzetiğimiz gibi sakalın hilâllenmesi hakkındadır. Bunu iyi anla!.
«el-Bahr» nâm eserde «Sirac» sahibi hilâllenmeyi parmaklar hakkında damlayan su ile diye kayıtlamış. Sakalın hilâllenmesi hakkında bu kaydı zikretmemiştir, deniliyor.
Ben derim ki: yukarıda geçen hadîsten anladın ki, sakalın hilallenmesi de bir avuç su olmak ile kayıdlıdır. Yine «el-Bahr»da beyan edildiğine göre elleri, ayakları suya daldırmak parmaklan hilâllemenin yerini tutar. Velev ki akar su olmasın. Hilâllemek âzâyı üç defa yıkadıktan sonra yapılır. Çünkü o üç defa yıkamanın sünnetidir.
Lâkin «el-Hilye» sahibi, âzânın her defasında kaplayarak yıkanmasını anlatırken bundan hilâllemenin üç defa yapılacağı manası çıkarılır, dedikten sonra Hz. Osman (R.A.), abdest alarak ayak parmaklarının aralarını üç defa hilâllediğini ve «Ben Resûlüllah (s.a.v.)'ı benim yaptığım gibi yaparken gördüm» dediğini, Darekutni ile Beyhaki'den sahih güzel bir isnad ile naklediyor.
Parmaklan birbirine geçirmek oyuna benzememesi için, birinin içini diğerinin dışına vermekle yapılır. Ayak parmaklar

http://www.lovepowerman.net/
Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası  »  Fıkıh
 »  ABDESTİN SÜNNETLERİ- 1

Forum Ana Sayfası

Forum Yazılımı:   php Kolay Forum (phpKF)  ©  2007 - 2010   phpKF Ekibi

Love Power Man

 RSS Beslemesini Görmek için Tıklayın   RSS Beslemesini Google Sayfama Ekle   RSS Beslemesini Yahoo Sayfama Ekle